14.11.2024

15.11.2024 Cuma Vaazı

İMANIN ÖZÜ: KELİME-İ TEVHİD VE KELİME-İ ŞEHADET

Tevhid inancı hak dinin temelini teşkil eder. Tevhid, bir kılma, bir sayma, Allah’ı birleme, “lâ ilâhe illallah” hakikatine inanma ve bu yüce hakikati sürekli tekrarlayıp durma manalarına gelir.

Tevhid, zihinde canlandırılabilecek her şeyden Allah’ı berî kılmak, aklen tasavvur edilebilecek her şeyden O’nu tecrîd etmektir. Çünkü Allah (cc), sınırlı akılla idraki mümkün olmayan yegâne bir varlıktır.

Tevhidi ifade eden ve en çok kullanılan iki kelime vardır. Bunlardan biri kelime-i tevhid, diğeri de kelime-i şehadettir.

İslâm dinine girmek isteyen kimsenin yapması gereken ilk şey, bu kelimeleri içtenlikle benimsemektir. Bu kelimeler hayatın birçok safhasında insana telkin edilir. Yeni doğan çocuğa isim konulurken kulağına fısıldanır, son demlerinde olan kimseye de bu kelimeleri söylemesi telkin edilir.

Şimdi bu iki kelimeyi tek tek açıklayalım.

Kelime-i Tevhid

Kavram olarak kelime-i tevhid, Allah’tan başka ilâh olmadığına inanmak, bir olarak sadece Allah’ı bilmek, O’na teslim olmak, Allah’tan başkasına kul olmayı reddetmek ve bunu açıkça dile getirmenin adıdır. Bu açıdan o, iman esaslarının özünü ifade eden en temel kabul olarak tarif edilmiştir.

İmanın en yüksek mertebesi olan kelime-i tevhid, aynı zamanda Allah’ın rızasına nâil olmayı, nefsi ilahlaştırmamayı, Allah’tan başkasına dua ve ibadet etmemeyi, O’na babalık, evlatlık, eşlik ve denklik isnadında bulunmamayı ifade eder.

Kelime-i tevhidin aslı, “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur ve Muhammed de Allâh’ın Resûlü’dür.” anlamına gelen لا cümlesinden ibarettir. Bu kelime dinin özünü oluşturan iki temel üzerine kurulmuştur. Bunların ilki Allah’ın yüceliğini ve birliğini, ikincisi de O’nun insanlarla münasebetini sağlayan nübüvveti vurgulamaktadır.


 

Sadece Allah’ın varlığını kabul etmekle tevhid tamamlanmış olmaz. Tevhid ancak Allah’ın varlığını ve birliğini kabulün yanında peygamberini de tasdik etmekle ve ona uymakla tamamlanmış olur. Allah-u Teâlâ Âl-i İmrân suresi 31. Ayetinde buyuruyor ki:

“De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

Rivayete göre; Hz. Peygamber (sav) Mescidi Harama gelip müşriklerin putlara secde ettiklerini gördüğünde onlara şöyle dedi: “Ey Kureyş topluluğu! Atanız İbrahim ve İsmail’in dinine muhalefet ettiniz.” Bunun üzerine Müşrikler “Biz bunlara sırf Allah’a olan sevgimizden ötürü ve bizi Allah’a daha çok yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz” demeleri üzerine bu âyet nazil oldu.

Başka bir rivayete göre de Necran heyetindekilerin “Bizim Îsâ’yı ululayan ifadelerimiz onu sevdiğimizi belirtmek içindir” demeleri üzerine nazil oldu.

Bu ayeti kerimede Peygamber’e ittibâ (uyma) Allah sevgisinin ayrılmaz bir parçası olarak nitelenmiş, Peygamber’in gösterdiği yolu gönülden benimsemeyen kişinin Allah’ı sevdiğini iddia edemeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca Resûlullah’a uyma iradesinin ortaya konması, Allah’ın sevgisine ve mağfiretine mazhar olmanın ön şartı sayılmıştır.

Kelime-i Şehâdet

Kelime-i şehâdet (kelimetü’ş-şehâde) İslâm dininin beş temel esasından birincisi olup “tanıklık etme ifadesi” demektir. Dinî bir terim olarak, “Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna gönülden inanır, sözle de ifade ederim” anlamına gelen cümlesini ifade etmek için kullanılır. Aynı veya yakın mana ile metinlerde bunun yerine “kelime-i tayyibe, kavl-i sâbit, el-urvetü’l-vüskâ” ifadeleri de geçer. Nitekim İbrâhîm sûresinin 24. Âyetinde Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.” İbn Abbas (r.a) buradaki “kelime-i tayyibe”nin kelime-i şehâdete işaret ettiğini bildirmektedir. (İbn Kesîr)

Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine imanı yani tevhidi ifade eden “güzel söz”, kökü yerin derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş, gövdesi ve dalları gök yüzüne doğru yükselmiş, her zaman meyve veren bir ağaca benzetilmektedir. Bu ağaç nasıl Allah’ın izniyle her zaman meyve verip faydalı oluyorsa “kelime-i tevhid” de o şekilde faydalıdır. O da müminlerin kalplerine yerleşip kökleşince onların davranışlarını etkilemekte ve imanın ürünleri, meyveleri onların üzerinde görülmektedir. Onlar Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmeye çalıştıkları gibi, ilim, irfan ve güzel işleriyle de insanlık için daima faydalı olmaya gayret ederler. Öte yandan ağacın diri kalması için nasıl sulama ve budama gibi bakıma ihtiyacı varsa kalpteki iman da böyledir. Eğer mümin faydalı ilim, güzel amel, zikir ve tefekkürle onu beslemezse o da zayıflayıp yok olabilir.

Kelime-i şehâdetin ikinci bölümündeki “Resûlüh” sözü Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu ve O’ndan vahiy aldığını belirttiği gibi “abdühû” tabiri de onun Allah’ın kulu olduğunu ve meselâ hristiyanların Hz. Îsâ hakkında yaptığı gibi onun tanrılaştırılmaması gerektiğini vurgular.

“İslâm dininin toplu halde benimsenmesi (icmâlî iman)” anlamına gelen kelime-i şehâdet kişinin İslâm’a girmesinin ilk merhalesini teşkil eder, böylece o İslâm ümmetinden sayılır ve Müslümanlara tanınan bütün hakları elde eder, bazı sorumlulukları da yüklenmiş olur. Bu kelime, bütün amellerin kendisiyle anlam kazandığı bir sözdür. Dolayısıyla bu kelimeyi söylemeden yapılan ameller bir değer ifade etmez.

Bu şehadet, bizim her namazdan önce getirdiğimiz, Müslümanın âdeta adı gibi bilip her gün defalarca tekrarladığı şehadettir. Yine bu şehadet, dile getirip kabullenen kimsenin malının ve canının korunmuşluğunu teminat altına alan şehadettir. Bu şehadetle birey, İslâm cemaatine dâhil olmuş olur ve bunu telaffuz edince de artık ümmetin bir ferdi sayılır. Bundan böyle hukukî anlam da ümmetin her bir bireyi hangi haklara sahipse, şehadeti getirerek ümmetin bir ferdi olan kimseye de o haklar vardır.

Şehadet, yalnızca kuru bir söz söylemek veya sıradan bir tanıklık yapmaktan ibaret değildir. Bilakis şehadet, İslam cemaatinin içinde bulunmayı ve için de yaşadığı döneme şâhitlik yapmayı, yani asrının ruhunu okumayı gerektirir. Asrın ruhunu iyi okumak, zamanı iyi anlamak, olay ve olguların künhüne vâkıf olmak, onları iyi analiz edip çağın sorunlarını Yüce Allah’ın irâdesi doğrultusunda çözmek demektir.

Kelime-i şehadet, “Allah’tan başka ilâh yoktur” anlamına gelen kelime-i tevhidin başına “eşhedü” fiilinin eklenmesiyle meydana gelmiş olup muhteva itibariyle aralarında bir fark yoktur. Bu iki cümle biraz farklı şekillerde Kur’an’da geçmektedir.

Âl-i İmrân sûresinde (3/18) Allah’ın, meleklerin ve ilim sahiplerinin Cenâb-ı Hak’tan başka ilâh bulunmadığına tanıklık ettikleri beyan edilir.

“Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler. O'ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Bu âyette Allah’ın bu konudaki şahitliği daha çok şu iki şekilde açıklanmıştır:

a) Evrende kendi varlığını ve birliğini ortaya koyan sayısız deliller ve nişaneler yaratmış olması,

b) Peygamberler göndererek dinî anlamda bildirimde bulunmuş olması. (Yani kendisinden başka ilah bulunmadığını bildirmesi tanıklık kavramıyla ifade edilmiştir.)

Hadislere baktığımızda Hz. Peygamber bir hadisinde imanı, daha sonra “âmentü” şeklinde ifade edilen altı esas çerçevesinde tanımlamıştır. Bunun yanında İslâm’ın ilk ilkesini de kelime-i şehâdete esas teşkil edecek bir cümle ile anlatmıştır. (Müslim, “Îmân”, 2; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 16)

Resûlullah’ın iman için “inanmak”, İslâm için “şehâdet etmek” kavramlarını kullanmasından imanın, dolayısıyla kelime-i tevhidin zihnî ve kalbî bir amel, kelime-i şehâdetin ise dil ve ikrar yoluyla icra edilen bir fiil olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür.

Kelim-i Tevhidin Yüklediği Sorumluluklar

İmanın özü ve İslam’ın temeli olan tevhid kelimesi geniş kapsamlı bir kelimedir.

Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed onun resulüdür.» diye bu cümleyi söyleyen ve ifade ettiği anlamı kabul eden kişi iman etmiş, İslam’ın sınırları içine girmiştir. Fakat kelime-i tevhidin anlamı sadece bu kadar mıdır?

«Allah'tan başka ilah yoktur.» sözünden ne anlaşılmalıdır. Bu cümlenin Müslüman olmak isteyen kişiye teklif ettiği hayat ve düşünce tarzı nedir? Allah'ın üzerimize yüklediği görevler nelerdir? Dilimizle Allah’tan başka hiçbir ilah kabul etmediğimiz halde acaba, Allah'tan başka birtakım tanrıların tahakkümünden düşüncemizi, inancımızı ve hareketlerimizi temizleyebilmiş miyiz? (Örneklendirilebilir)

İslam dini, insanı insanın veya başka tanrıların boyunduruğundan kurtarıp Allah'a kulluk etmesini sağlamak ve bu kulluğun yolunu göstermek için gelmiştir.

İslam’ın geliş nedeni, insanları birbirine köle olmaktan kurtarıp Allah'a kulluk etmelerini sağlamaktır, böylece insanların düzeyini yükseltmektir.

Kelime-i şehadeti getiren kişi, adeta İslam’a giriş sözleşmesi yapmış olmaktadır. Bu sözleşmeyi yapan insan Allah’a büyük bir söz vermiş, onun emirlerini tereddütsüz bir şekilde kabul edip yerine getirmeyi, yasaklarından kaçınmayı ve iyi bir insan olmayı taahhüt etmiş olmaktadır.

Müslüman öncelikle İslam’ı doğru bir şekilde öğrenme gayreti içinde olması gerekir. Çünkü İslam’ın temel ve zorunlu hükümlerini bilmeden İslam’ı tam manasıyla yaşayabilmek pek mümkün olmaz. Gerçek bir mü’min, İslam’ı iyi tanımalı, ona bilinçli bir şekilde sarılmalı ve onu hayata geçirmeye çalışmalıdır.

Samimi bir mü’min, her hareketinin ve davranışının Allah’ın rızasına uygun olup olmadığını göz önünde bulundurur. Böyle yaptığı takdirde yaptığı her meşru fiil bir ibadet hükmü almaya başlar.

İslam ahlakını özümseme ve hayata geçirme de İslam’ı yaşamanın en önemli bölümlerinden birini oluşturur. Denilebilir ki, hiçbir dinde ve hiçbir düşünce sisteminde İslam’da güzel ahlaka verilen önem kadar önem verilmemiştir. Hatta Peygamber (sav):

“Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” buyuruyor. Bu yüzden Müslümanın ahlakını güzelleştirmesi en temel hedeflerden biri olmalıdır. Bu yüzden mü’min, İslam’ın kendisinden istediği ferdi ve ictimâi görevlerini öğrenmek ve bunun sonucunda güzel hasletlerle vasıflanmak, çirkin alışkanlıklardan kaçınmak zorundadır.

Kısacası, Kelime-i tevhid veya kelime-i şehâdet, İslam’ı bir bütün olarak kabullenme ve yaşama sözleşmesidir. Bu sözleşmeyi yapan kişi bir taraftan maddi ve manevi pek çok kazanımlar elde ederken diğer taraftan da hem ferdi olarak hem de toplum bazında bir takım ödev ve sorumluluklar üstlenmiş olmaktadır. Dolayısıyla bu sözleşmeyi yapan Müslümandan beklenen; bu sözleşmenin gereklerini yerine getirmesi, İslam’ın kesin ve açık bir şekilde ortaya koyduğu bütün prensipleri kabul edip, helalleri helal, haramları haram bilmesi ve bunu hayata geçirmeye çalışmasıdır.

Vaazı Hz. Peygamber (sav)’in şu hadisiyle bitiriyorum.

“Gerçek Müslüman, diğer Müslümanların kendi elinden ve dilinden zarar görmediği kişidir. Gerçek muhacir ise Allah’ın yasakladıklarını terk eden kişidir.” (Buhari)


 

Yararlanılan Kaynaklar

TDV İslam Ansiklopedisi (Kelime-i Şehadet ve Kelime-i tevhid mad.)

Diyanet Kur’an Yolu Tefsiri

Beyzavi Tefsiri

Vaaz Rehberi (DİB Yayınları)

Kelime-i Şehâdetin Anlamı Üzerine (Hasan Hanefi)

Kelime-i Tevhidin Yüklediği Mükellefiyetler (Ahmet Memduhoğlu)

Sübûtu, Manası ve Yorum Zenginliği Açısından Kelime-i Tevhid (Reşit Haylamaz)


 

Hazırlayan: Muhammed Abdullah YETER

Kandıra İlçe Vaizi